Değerlerimizi unutmamalıyız
Türkiye Süper Ligi’nde Fenerbahçe’nin Ekvadorlu yıldızı Enner Valencia Alanyaspor karşılaşmasında 2 gol daha bulara bu sezon resmi müsabakalardaki gol sayısını 29’a çıkardı.
İşte yorumlar da burada başladı.
Çünkü Valencia, 29 gole ulaşmasıyla Fenerbahçe’nin Brezilyalı yıldızı Alex de Souza’yı da geçti. Hatırlanacağı üzere 2010-2011 sezonunda 28 gol atarak bu alanda büyük bir başarı sağlamış, Fenerbahçe’nin şampiyonluğunda büyük pay sahibi olmuştu.
Fenerbahçe’deki başarılarının ardından 2012’de Kadıköy’de Yoğurtçu Parkı’nın hemen karşısına da Alex heykeli yapılmıştı.
Başarılı futbolcu heykelinin açılışına ailesi ile birlikte katılmış ve gözyaşlarına hâkim olamamıştı. Bu büyük bir onurdu kendisi için.
Şimdi konuya neden buradan girdik, ona bakalım.
Valencia’nın gollerinin ardından Türkiye’deki spor programlarında Enner Valencia’nın da heykelinin yapılmasının gerektiği konuşuluyor. Alex’e karşı gösterilen vefanın Valencia’ya da gösterilmesi konuşuluyordu milli maç arası öncesi yayınlarda.
Televizyon programında heykel konusu açıldığında, 2013 yılından beridir Beşiktaş forması giyen Kanadalı futbolcu Atiba’nın da sezon sonunda heykelinin yapılması önerildi.
Diyeceğim o ki, Türkiye’de daha sezon bitmeden futbolcular için bunlar konuşulurken, biz küçücük ülkemizde sporumuza hizmet eden başarılı isimlerimize ne kadar sahip çıkıyoruz, vefa gösteriyoruz?
Birçok spor büyüğümüz ile konuştuğumuzda, kapılarının çalınmadığından dert yanıyorlar. Bu değerlerimizin hissiyatları zaman zaman spor basınının sayfalarına yansıyor.
Hatta çok sevdiğim Dr. Okan Dağlı da “Topta Birlikte-İki Toplumlu Futbolcular” (Heterotopia Yayınları, 2020) kitabının girişinde şu satırları yazmıştı;
“Yaşları 80’lerini geçmiş, tüm Kıbrıs’ta efsane olmuş, on binleri peşinde sürüklemiş futbolcuları bulup sohbet ettim. Çoğunun da çocukları ve aileleri etraflarında olup onları asla yalnız bırakmadıklarını gördüm.
Ama onlar yine de vefasızlıktan söz ediyorlar. Hepsi tek bir ağızdan konuşuyorlar sanki de. Söz ve ağız birliği yapmış gibi. Ama tek bir kulüpten veya kulüp yöneticisinden, Futbol Federasyonumuzdan, spor yazarlarından, ses çıkmıyor. Yıllarca formasını taşımış, terini karşılıksız akıtmış, kulüplere vitrinlerini süslediği kupaları kazandırmış bu futbolcularımızın şu an hatırını soran yok.
Kazandıkları ‘Kupa ve Şiltler’le ‘övündüklerinde bir harmanlık yer isteyen’ bu kulüp yöneticilerimiz, o kupaların kazanılmasına vesile olan ve hayatta kalan 3-5 futbolcusuna vefa gösteremiyorsa o kupaların, o şiltlerin bence zerre kadar değeri de yoktur.
1950’li yıllarda Anorthosis ve ardından Çetinkaya’nın tarih yazdığı günlerde kazanılan Kupa ve Pakkos Şiltlerine adını yazdıran Fikret (Ahmet) Aydınoğlu şöyle diyor: ‘Aradan 60 yıl geçmesine rağmen Anorthosis bize hala daha büyük ilgi gösterir. Orada tüm kapılar bize açılır. Ama Çetinkaya’da yıllarca şampiyonluk yaşamış biri olarak bunu söyleyemem. Kupa ve Pakkos Şildi’ni defalarca kazanan ekipten 3-4 kişi kalmamıza rağmen burada unutulduk. Sadece bir kez 2003 yılında hatırlandık. Çetinkaya tarafından bir plaket verildi bize o yılda, o kadar! Kıbrıslı Rumların yaptığı hizmeti bize Çetinkaya yapmadı.’
Yine AEL ve DTB formaları ile ‘Kıbrıs Futboluna’ adını altın harflerle yazdıran Sevim Ebeoğlu ile sohbet ediyoruz. Yıllar sonra güneyle geçiş noktaları açılıp tekrardan temaslar başlayınca gözlerini yaşartan bir olaydan bahsediyor bana: ‘Evet AEL’li arkadaşlarımla buluştum. Hayatımda görmediğim, yaşamadığım bir karşılama yaptılar bana. AEL beni krallar gibi karşıladı. Gözlerim doldu. Hayatta olan tüm futbolcularımız orada idi. Benim için özel bir gece düzenlediler. Çok duygusal anlar yaşadım. AEL beni hiç unutmadı. Bu tarafta ne yazık ki ayni ilgiyi görmedik.’
Ve tekrar Çetinkaya’nın efsane olduğu yıllardaki unutulmaz bir futbolcusu ile sohbet ediyorum. Ömer (Arap) Takar’ın anlattıklarını kaleme alıyorum. Ömer Arap 1955 yılı öncesi ortak ligde karşılıklı Kıbrıs Rumlarla oynadığı halde herhangi bir vefasızlığa çok iyi örnek olabilecek hikayesini dinledim ondan.Ayağı gittik sonra kangrenleşmekte ama ilgisizlik devam etmekte iken kendisine Omonia kulübünün sahip çıktığını ve kulüpte para toplanarak güney Lefkoşa’da bir özel klinikte ameliyatının yaptırıldığını anlatırken ‘Gözlerim hep Çetinkaya’yı aradı’ diyordu. Çetinkaya efsane takımının oyuncularına sahip çıkmazken O’na saygıyı formasını taşımadığı Omonia gösteriyordu.”
Dağlı’nın kitabında da kaleme aldığı örnekleri, daha da çoğaltabiliriz. Ancak sporun tüm paydaşlarına düşen görev, sporumuza hizmet vermiş tüm değerlerimize sahip çıkmak olmalıdır. Bu değerlerimizin isimlerini yaşatmalı, onların başarılarını gelecek nesillere taşımalıyız. Sadece futbolda da değil, tüm spor branşlarında emek sarf eden değerlerimize vefa göstermeliyiz.