Salı sabahı üç arkadaşımla birlikte Galatasaray - Real Madrid maçını izlemek için İstanbul’a uçtuk. İyi ki de uçmuşuz, böyle bir maçı canlı görüp o heyecanı yaşamak herkese nasip olmuyor.
Aslında ilk maçta alınan sonuç, ikinci maçın umutlarını önemli ölçüde söndürmüştü. Real Madrid gibi dünya sıralamasının ikinci basamağında bulunan yıldızlar topluluğu bir takımın ilk maçta elde ettiği 3-0’lık skor avantajını kesinlikle koruyup tur atlayacağına kesin gözü ile bakılması gayet doğal bir yaklaşımdı.
Dünyadan izole edilmiş bir ülkenin vatandaşları olarak, böyle karşılaşmaları kendi ülkemizde, kendi takımlarımızla yaşamak mümkün değildir. O nedenden dolayıdır ki, ister Galatasaray olsun, ister Fenerbahçeli isterse de Beşiktaşlı olsun Kıbrıslı taraftarlar, böyle önemli maçları izlemeye gidiyor.
Ronaldo, Mesut Özil, Di Maria, Higuain, Essien, Diego Lopez, Benzema, Arbeloa gibi dünya starı futbolcuları görebilme olanağını bizlere sağlayan Galatasaray’a teşekkür ediyorum. Ayrıca bir Galatasaraylı olarak da takımımın oynadığı futboldan ve aldığı sonuçtan dolayı da gurur duyuyorum.
Bir kere bir spor adamı olarak, ülke futbolumuzun içinde bulunduğu durumu çok iyi bilenlerdenim. Kendi yağımızla kendi ciğerimizi kavurmaktan başka, hiçbir amaca hizmet etmeyen bir futbol yapımız vardır.
Genelde ülke sporunun ama özelde de futbolumuzun esas amacı, ne yazık ki bu gerçeği üzülerek söylüyorum, gençlerimize spor yaptırmak, onları kötü alışkanlıklardan uzaklaştırmak ve en önemlisi ülke insanının yaşamını sosyal bir etkinliğe dönüştürmekten öte bir şey değildir. Yurt dışına gidip maç izlediğim zaman bu gerçeği tüm çıplaklığı ile daha iyi görüyorum. Sanırım maçlara giden birçok arkadaşımın da bu yazdıklarımın ne demek olduğunu çok daha iyi anlayabilirler.
Bazı kişiler bana şu soruları sorabilirler. Bizim de kulüplerimiz yok mu? Tabi ki var. Futbolcumuz yok mu? Tabi ki o da var. Ya federasyonumuz? Elbette var. Hakemlerimiz? Onlar da var. Taraftarımız? Her takımın fanatikleri bile var.
O halde bizde eksik olan ne? Anlayış ve uluslararası kabul görmeyişimiz. Bütün mesele bundan kaynaklanıyor. Üstelik küçük ülke olduğumuz için, ilişkilerin menfaat ilişkisine dönüşmesi ve ahbap çavuş ilişkilerinin tavan yaptığı yaklaşımlar. Yani idare etmeye çalışan bir yapı.
Maalesef bu anlayış ve kafa yapısı ile ülke futbolunu ileriye taşımak mümkün değildir. Aslında bu konuyu fazla irdelemek istemiyorum, çünkü defalarca bu konular hakkında hem yazdım, hem de televizyon programlarımda söz ettim. Fakat bu yapı ve zihniyetlerle değişen hiçbir şey olmuyor.
Neyse biz esas konumuza gelelim. Salı akşamı oynanan Galatasaray – Real Madrid maçından aldığım keyiften söz etmek istiyorum.
Gerçekten bu gibi organizasyonları izlerken müthiş heyecan duyuyorum. Maça giderken yaşanan heyecan ve koşuşturma, stattaki atmosfer, seyircinin coşkusu, tezahüratı, oynanan futbol, basın tribünündeki düzen, kısacası her şey mükemmeldi. Yani ülkemizde olmasını istediğimiz ve özlem duyduğumuz her şey.
Ama en önemlisi, birçok futbol severin Galatasaray’a hiç şans tanımadığı karşılaşmada ortaya konan futbol ve alınan sonuç, elenmesine rağmen olağan üstüydü.
Galatasaray karşısında Real Madrid’in, özellikle 3-1 yenik duruma düştüğü anda yaşadığı paniği görmek, o ana kadar etrafa gülücükler dağıtıp sempatik görünen Morinho’nun havasının nasıl söndüğünü yaşamak çok heyecanlıydı.
Hele Drogba’nın attığı dördüncü gol ofsayt olmasaydı, kalan son on dakikada maç Galatasaray lehine dönebilir ve bir Neuchatel Xamax maçı daha yaşanabilirdi.
Sonuç olarak Galatasaray elendi, ancak elenirken bile sahada taraftarına yaşattığı heyecan, mutluluk ve sevinç yıllarca konuşulacak ve unutulmayacaktır.