Geçmişe özlem

Serkan Soyalan

Nereden düştüyse birden o çocukluk günlerim düştü usuma…

Lefkoşa’nın Küçük Kaymaklı bölgesindeki Belediye Evleri’nin suyunu içip, tozunu yutanlardanım.

İşte o sokaklarda en büyük zevkimiz, saatlerce top peşinden koşmaktı.

Öyle top peşinden koşarken de şimdiki gibi, pahalı futbol toplarından değildi şutladığımız. 7’lik basketbol topu alır, basketbol oynar, patlayınca da futbol topuna dönüştürürdük.

***

Zaten az arabanın geçtiği mahallede en müsait yer asfalt üzeriydi. Eğer maça katılan arkadaşlarımız az kişiyse, minyatür iki kale kurardık, yol içine yerleştirdiğimiz 5 adımlık mesafe ile taşlarla.

Yorulurduk, düşerdik, o asfalt derimizi kaldırır canımızı yakardı, ama oralı olmazdık.

***

Boş olan bir garaj ise (tercihen Tugay’ların evin yanındaki) bizim için muazzam bir kaleydi. Top gol olup da saçlara (lamarinalara) çarptığında, o topun filelerle buluştuğunu var sayar, sevinçten havalara uçardık.

***

Tam kadro oluşursak da adresimiz, günümüzde Belediye Emekçileri Sendikası’nın bulunduğu alanda bulunan parktı. O park bizim sahamız, salıncak direkleri kalelerimizdi. Saatlerce, birbirimize üstünlük kurmak için koşturur, geçip giden saat karşısında oralı bile olmazdık.

Genellikle futboldan pek anlamayan arkadaşları kaleye koyardık ve biz de içeride gol bulmaya çalışırdık. Her birimizin idolleri vardı. Gullit gibi, Van Basten gibi, Maradona gibi… Ben İtalyan yıldız Roberto Baggio’ydum. O at kuyruğuyla sahaların tozunu alırken, ben daha henüz yeni yeni terleyen bıyıklarımla, onun gibi oynamaya çalışıyordum.

***

Baggio ile ilgili bir de büyük hediyem var. İtalya’ya tatile gidecek olan amcamlara sipariş vermiştim. Oradan bana bir Roberto Baggio forması getirmeleri için. Gelmişti,18 numaralı formam arkasında “BAGGIO” baskısıyla… Benim için paha biçilemez bir hediyeydi bu. Onu üzerime giyip de tek bir gün futbol oynamadım. Ama evde üzerime giyip de ayna önünde, çok vakit geçirdim. Yıpranmasından, yırtılmasından korktum.

***

Yine o çocukluk maçlarına dönecek olursak, tam kadro toplanıncaya kadar topumla kendimi o parka attığımı hatırlıyorum.

Sendika binasının yeni başlayan inşaatının altındaki kafeterya (o dönemlerde açıldığında İsa’ların lahmacuncu dükkanıydı) binasının küçücük tuvalet penceresi hedefimdi, topu parkın farklı noktalarına koyarak o yarım inşaatın penceresinden içeri geçirmeye çalışırdım. Hem sağ ayakla, hem sol ayakla… 

Böyle böyle gelişti vuruşlarım ve bu çalışmaların faydalarını ileriki yıllarda yeşil sahalarda aktif olarak ter dökerken çok gördüğümü de söylemeliyim.   

***

Böyle bir anılar denizine yolculuktu yaptığım, kendi iç dünyamda… Daha tozlu, daha sertti oyunlarımız ama çok daha güzeldi, şimdiye bakınca. O dönemki dostluklar ve takımdaşlıklar, şimdiki gibi sanal da değildi, gerçekti.

Gündüzleri maç yapıp, geceleri ay ışığı altında günün maçının yorumunu yapar, ertesi güne hırslanırdık.

Bu satırları özlemle yazdıran, yıllar önce aramızdan zamansız ayrılan mahallemizin en güzel ağabeylerinden biri olan Mehmet Abinin (Türkseven) vefat yıldönümünün sosyal medyadan anımsatılmasıydı. Mehmet Abi’yi bir kez daha özlemle ve rahmetle anarken, o günlerde dair bir yolculuktan arda kalan satırlardı bu okuduklarınız…