Yüzmeyi ne zaman öğrendiğimi hatırlamıyorum. Nasıl öğrendiğimi de hatırlamıyorum açıkcası. Ama yarış esnasında açık denizde yüzerken panik yaşadığım o ilk an hafızamdan bir ömür silinmeyecek, ona eminim.
2019 sezonu başlarken önümde güzel hedefler vardı. Öncelikle Mart ayında Ayia Napa Triatlonunda olimpik mesafede yarışarak sezonu açıp, Nisan ayında kendi kulübüm Ares Spor Kulübünün organize ettiği Nisan Şakası orta mesafe triatlonunda yarışacaktım. Sonrasında ise yaz dönemi antremanları ve Kasım ayı başında hedef yarış olan Ironman 70.3 Türkiye ile sezonu kapatacaktım. Tabii arada koşu yarışları ile kendimi sınama planları da işin içindeydi. Bu hedefler ile sezona başlarken kendime 2 firmadan da destek buldum. Bunların ilki beni ekipman anlamında destekleyen Under Armour markası, diğeri ise maddi katkıda bulunan Metgin Ltd. ailesi oldu.
Sezon açılışı Nicosia Marathon ile oldu. Yarı Maraton (21.1 km) mesafesinde kendi derecemi geliştirdim ve 1 saat 45 dakika ile finishe ulaştım. Mart ayında yapılan Ayia Napa Triatlonu ise hiç istediğim gibi geçmedi. Yarışın hemen başında, denize girer girmez soğuk suyun etkisi ile panik yaşadım ve nabzım tavan yaptı. Bir türlü kendimi durduramadım. Olay anına adapte olamadım. İki tur yüzmemiz gerekirken ben ikinci tura girmeye cesaret edemedim ve yarış mesafesini kısaltarak sprint mesafeye döndüm. Moralim inanılmaz bozulmuştu. Yarıştan sonra bu durumlara nasıl adapte olabileceğim konusunda çok düşündüm, çok çalıştım. Açık deniz antremanlarımı artırdım. Nisan Şakası orta mesafe triatlon yarışında hava durumundan ötürü yüzme parkuru iptal olduğundan kendimi test etme şansı bulamadım. Bir sonraki açık deniz yüzmesi, hedef yarışta olacaktı artık.
Yaz dönemi boyunda hem bisiklet hem koşu hem de açık deniz ile havuz antremanları hiç hız kesmedi. Süre ve mesafe olarak eskisinden daha az antreman yaptığımın farkındaydım, ama antremanların odağı ve kalitesi artmıştı. Bu da antremanların daha efektif olmasını sağlıyordu. Bolca deniz antremanı yaparak giderek soğuyan suya vücudu hazırlamaya, aynı zamanda mental olarak da suda yaşadıklarıma karşı adapte olmaya çalıştım. LTB koşusunda 10km mesafede yine kendi adıma zamanımı geliştirmem ile artık yarışa hazır gibiydim. Hem mental olarak hem de fiziksel olarak. Ya da ben mental olarak hazır olduğumu düşünüyordum…
Otele yerleşmeler, bisiklet ve koşu antremanları, yarışa kayıt olma ve brifing derken Cumartesi gün bir yüzme antremanına karar verildi. Genelde yarışlarda su sıcaklığı 24.5 derece üzerinde ise wetsuit giyilmesine izin verilmiyor. Antalya’da o dönem su sıcaklığı 22-23 derece olduğundan wetsuite izin verilecek gibi tahmin ediliyor, bu nedenle antremanı da wetsuit ile yaparak, vücudu bu sıkı lateks malzemeye hazırlamanın planları yapılıyordu. Herkes giyindi, suya girdi ve hemen arkalarından ben de girdim. Aylardır yaşamadığım kalp ritim hızlanması o an yine başladı. Aylardır süren mental hazırlığım, kendimi motive etme yollarım, üstesinden gelme taktiklerim yerle bir olmuştu. Ben daha geçen ay bacağıma “ADAPT” dövmesi yaptırmıştım, sırf bu yüzden. Tam da o anda yanıma takım koçumuz Cem Dağdelen hocam geldi yüzerek ve bana bir cümle kurdu, akabinde hemen toparlayıp antremanı güzel bir şekilde bitirdim. Ama yarış öncesi son gece sırf bu yüzden gözme uyku girmedi. Ya yarın yine aynısı olursa? Hani ben bu işin üstesinden gelmiştim? Bu soruları kendime sorarken ve eşimle bu olayı tartışırken şunu keşfettik. Bu olay bir daha olamayacak diye bir şey yoktu, yine olacaktı ve ben adapte olmak ve kabullenmek zorundaydım. Mesele bir daha olmamasını sağlamak değildi, mesele olduğunda ne yapacağını bilmekti aslında. Ben de kendi kendime böyle bir durum olduğu anda zorlamaktan ziyade yerimde duracağımı ve bunun geçeceğinden emin olmam gerektiğini öğütledim kendime sürekli.
Neyse ki sabah 7-7.30 gibi plaja indiğimizde ortamın heyecanından ve havanın soğukluğundan bu durumu düşünme şansım hiç olmadı. Yarışa 6 saniye arayla 6 kişilik gruplar ile denize girerek başladık ve ben suya girdikten sonra bir daha arkama bile bakmadım. Hiçbir şey olmamıştı ve ben (kendime göre) bir yunus edasında süzüle süzüle 1.9 km’lik parkuru tamamladım. Değişim alanına koşup hemen bisiklete başladım. Bisiklet parkuru çok hızlı bir parkurdu. 90 km’lik parkur 2 turdan oluşurken, bu mesafeyi de 34 km/s gibi ortalama hızla 2 saat 36 dakikada tamamladım. Bir triatletin en büyük endişelerinden biri de kendisi dışında oluşacak aksaklıklardır, ki bu aksaklıklar en sık olarak bisiklette yaşanır. Lastik patlaması, zincir kopması, arka aktarıcı kırılması gibi şanssızlıklar neyse ki hiç bize bulaşmadan etabı bitirdik. Kaldı önümüzde 21.1 km’lik koşu etabı. Artık tüm şansım sadece kendime odaklıydı. Normalde sadece koşu yapacak olsam 1 saat 45 dakika civarı bir sürede koşuyu bitirirdim. Fakat bacaklarda 90 km’lik bir bisiklet parkuru, vücutta da hem yüzme, hem de bisikletin yorgunluğu varken bunu başarmak gerçekten zor. Koşunun ilk 10 kilometresi istediğim hızda geçmesine rağmen, 10 km sonrasında yorgunluk bacaklarda iyice hissedilmeye başlandı. Yürümeye hiç niyetim yoktu, o nedenle kimseye aldırış etmeden kendi tempom ile gitmeye devam ettim. Beslenme noktalarında kritik içecek/yiyecek takviyelerimi aldım ve artık finish noktasına çok yaklaşmıştım.
Ironman yarışlarında finish halısı çok özel bir yer taşır. O 100 metrelik kırmızı halıdan geçerken etraftaki insanların çoşkusu, sizin bitirme gururunuz, adınızın sunucu tarafından bağırılması geçirdiğiniz onca saati size unutturur ve gururlu bir şekilde finish noktasından geçmenizi sağlar. Bugüne kadar katıldığım Ironman 70.3 yarışlarında yaptığım en iyi derece 5 saat 40 dakika iken, bu yarış öncesi hedefimi 5 saat 30 dakika olarak belirlemiştim. Finish çizgisini geçtikten sonra ise adımın altında 5 saat 24 dakika yazıyordu...
Tüm yaz boyunca defalarca vazgeçişler, Cumartesi Pazar günleri sabahın 5’inde çıkılan bisiklet antremanları, sosyal çevreden uzaklaşmak, gece hayatının neredeyse olmaması, hafta içleri akşam iş çıkışı eve antreman yapmadan gidilmeyen günler, hepsi ama hepsi o çizgiyi geçince son buluyor ve akıllara tek bir soru takılıyor... Bir sonraki yarış ne zaman ve nerede olmalı?
Bu sene özel sektörde çalışan amatör bir triatlet olarak 4. sezonumu da geride bıraktım. Her geçen sene daha az stresli, daha bol keyifli, bol arkadaşlı ve eğlenceli bir sezon oluyor. Seneye hayat bizi ne noktaya götürür bilinmez ama, içinde spor olacağı kesin gibi gözüküyor. Bu sezon özelinde hem takımım Ares Spor Kulübünün başkanı Ahmet Özsoy, koçumuz Cem Dağdelen, kaptanımız Hüseyin Arhan ve tüm takım arkadaşlarıma, hem de beni destekleyen sevgili Cüneyt Çağdal özelinde Under Armour’a ve sevgili Engin Yeşilada özelinde Metgin Ltd.’e yürekten teşekkür ederim.
Son teşekkür de her daim desteklerini hissettiren arkadaşlarıma, benimle heyecanlanan aileme ve her koşulda her yerde yanımda olan eşime...
“The miracle isn’t that I finished. The miracle is that I have courage to start”
“Mucizevi olan yarışı bitirmem değil, mucizevi olan yarışa başlamaya olan cesaretim”
Fotoğraflar: Ahmet Özsoy