Amerikan spor sisteminin en eşitlikçi olaylarından biri de kuşkusuz draft sistemidir. Birçok farklı spor dallarına ait liglerde küme düşme ve yükselme gibi kavramlar bulunmadığından, takımların rekabetçi bir yapıda kalmaları ve ligin heyecanı açısından oluşturulan draft sistemi ilerleyen seneler açısından takımlara büyük bir önem arz eder.
Ligin sonunda yer alan takımın daha fazla top ile katıldığı kurada bir sonraki sezonun draft sırası belirlenir. Ligi en kötü ortalama ile bitirmiş takım 1000’de 250 şans ile kuraya girer, yani ilk sırayı alma şansı %25 gibi denilebilir. Sırasıyla takımların en üstte yer alma şansları azalarak devam eder. Bu system kötü ortalamalı takımlara bir sonraki sezon için kolejden veya Avrupa’dan yıldız adayı oyuncuları takımlarına seçme ve takımlarını geliştirme şansı tanır. Aslında bu anlatılan draft sisteminin aşırı basitleştirilmiş şekli, çok daha fazla kombineli ve farklı kuralları olan bir seçim sistemi. Takımlar draft vasıtası ile seçtikleri oyunculara belli bir dönem taban ücret ödemek zorunda ve ayrıca yine belli bir süre takımlarında tutmak zorunda. Tabii ligde yer alan takımların oyuncu alışverişlerinde sonraki senelerin draft haklarını da paslamak gibi sistemler de mevcut.
1947 yılından beri uygulanan draft sistemine ek olarak 1985 yılından beri uygulanan “draft kurası” sistemi aslında kendi içinde büyük bir kumar. Oyuncuların o dönemdeki kolej veya Avrupa kariyerleri takımların scout’ları tarafından detaylı bir şekilde analiz edilerek, takımın ihtiyacı olan bölgelere göre seçimler yapılıyor. 1985 yılından beri birtakım ilk sıra seçimleri büyük yıldız olurken, bazı ilk sıra seçimleri ise tam bir hayal kırıklığı olabiliyor. Aynı şekilde alt sıralardan seçilmiş bazı oyuncular ise lig tarihine isimlerini altın harfler ile yazdırıyor.
NBA’in gelmiş geçmiş en büyük oyuncusu kabul edilen Michael Jordan ve onun lige girdiği 1984 Draft’ı bu örneklerden biri. O dönem para atışı ile belirlenen sistemde ilk sırayı Houston Rockets alırken, ikinci sırayı ise Portland Trail Blazers elde ediyor. Üçüncü sıra ise Chicago Bulls’un. Tam 4 tane Şöhretler Müzesine giren oyuncu barındıran draft sınıfının en üst sırasında seçilen ismi Hakeem Olajuwon oluyor. Nispeten lige damgasını vurmuş ve müzeye girmiş, forması Rockets tarafından emekli edilmiş bir süper star. Fakat ikinci sırada Portland’ın yaptığı seçim, 37 sene sonra bile halen konuşuluyor. Michael Jordan yerine Sam Bowie’yi seçen ekip, bunun en büyük sebebi olarak Clyde Drexler’in takımda olmasına bağlıyor. Üçüncü sırada seçilen Jordan’ın lige kattıkları tartışılmaz, Sam Bowie ismi ise sadece “Jordan’ın üstünde seçilen adam” olarak hatırlanıyor. Aynı sene beşinci sırada seçilen Charles Barkley ve 16. sırada seçilen John Stockton ise draft senesin sürpriz isimlerinden ikisi…
Yazının devamında 1984 senesi sonrasında akıllarda kalan NBA Draft seçimlerini özetlemek istiyorum. 1985 yılında ilk sıradan Patrick Ewing efsanesi seçilirken, senelerce lige damga vurmuş “postacı” Karl Malone ise 13. Sıradan kendine yer bulmuş. Draft’ın en enteresan seçimi ise 77. Sıradan seçilen Sabonis. O dönem 21 yaşına henüz basmamış olan Sabonis, ancak 1 sene sonra tekrar draft’a girme şansı elde etmişti. 1986 yılında ilk tur son sırasından seçilen Arvydas Sabonis, sonraki yıllarda Şöhretler Müzesine girmeyi başarmıştı. Tam da aynı yıl ikinci tur 27. Sırada seçilen Dennis Rodman gibi…
1987 yılında 5. Sıradan seçilen Scottie Pippen ve 11. Sıradan seçilen Reggie Miller draft’ın sürpriz isimlerinden. Shaquille O’Neal ve Alonzo Mourning’in peşpeşe ilk sıralardan lige adım attıkları 1992 draft seçimlerinde örgülü saçları ile New York Knicks ve Timberwolves formalarını giyen Latrell Sprewell ise 24. Sıradan lige girmiş. 1995 senesine geldiğimizde lige damga vuran Kevin Garnett’in 5.sıradan seçildiğini görüyoruz. Onun önünde ilk sırada seçilen Joe Smith hiçbir etki gösteremezken, sırasıyla Antonio McDyess, Jerry Stackhouse ve Rasheed Wallace gibi isimler Garnett’in yarattığı etkiyi hiç yaratamadılar.
Gelelim 1996 senesine. Üstünden yıllar geçmesine rağmen halen en çok konuşulan draft sınıflarından biri olan 96 sınıfı üzerinde kesin bir anlaşmaya kimse varamadı. İlk sırada Allen Iverson, sonrasında Marcus Camby, Shareef Abdur-Rahim, Stephon Marbury, Ray Allen ve Antoine Walker gibi isimler geliyor. Sonrasında ise 13. Sıraya kadar etkisiz isimler yer alırken 13’de bulunan isim çok şaşırtıcı; Kobe Bryant. Sonrasında Peja Stojakovic, Steve Nash ve Jermaine O’Neal var. Aradaki isimleri kimse hatırlamıyor ama Kobe ligin gelmiş geçmiş en etkili isimlerinden biri oluyor. Yani, bilemiyorum, kim Vitaly Potapenko’yu Kobe’nin önüne koyar ki? Ya da Todd Fuller’i? Aynı sene Kobe ile takım arkadaşı olan Derek Fisher’in de 24.sırada seçildiğini ekleyelim.
1998’de 5.sırada seçilen Vince Carter ve 9.sırada seçilen Dirk Nowitzki bizleri şaşırtıyor. Benim gözüm ise bu sınıfta en sevdiğim oyunculardan biri olan Jason Williams’da, o da lige 7.sıradan giriş yapıyor. 1999’da ise 2.tur son sıranın hemen üstünde lige girebilen Manu Ginobili en büyük peri masallarından biri olsa gerek. Sürpriz seçimlerine 2001’de de devam eden Spurs, Tony Parker’ı 28.sıradan lige dahil etmeyi başarıyor. Lebron James’in lige girdiği sezon 2.sıradan Darko Milicic seçimi yapan Pistons ise Carmelo Anthony, Chris Bosh ve Dwayne Wade gibi isimleri pas geçiyor. Portland ise yıllar sonra 2007 senesinde bir draft krizine daha imza atarak Kevin Durant önünde ilk sıradan Greg Oden’ı kadrosuna ekliyor. 2010 senesinde halen ligin en domine isimlerinden biri olan Paul George 10.sıradan lige girmeyi başarıyor.
Son olarak 2011 senesine dönelim. Kyrie Irving’in ilk sıradan, Enes Kanter’in üçüncü sıradan lige adım attığı sezonda Klay Thompson 11, Nikola Vucevic ise 16.sıradan kendine yer buluyor. Draft’ın en büyük sürprizini ise son sıradan seçilen Isiah Thomas yapıyor.
Özet olarak Avrupalı oyuncuların potansiyellerinin son 10 seneye kadar yeterince derinlemesine irdelenmediğini gözlemliyoruz. Luka Doncic etkisi ile birlikte bu durumun değiştiği ve değişeceği çok bariz olsa da, Amerikalılar kendi yanı başındaki oyunculara daha hakim diyebiliriz. Ayrıca takımların genellikle seçimlerini potansiyel üzerine değil, ihtiyaç üzerine yaptıklarını görüyoruz. Bu durum da son dönemlerde değişmiş durumda. Takımların “rebuild” denilen tekrar yapılanmaya çok daha kolay gitme kararı almaları bu seçim değişiminde büyük etken. Eline fırsat geçen takım eskisi gibi ihtiyacı olan yere değil, oyuncunun potansiyeline göre seim yaparak takım yapısını o oyuncu üzerine kurmayı tercih edebiliyor. Takım bazlı değil, oyuncu bazlı etkileşim artışı da bu seçimlerin değişmesinde önemli bir etken.
Yine de tüm bu kabuk değişimine rağmen yeni dünyanın spor mentalitesi her zaman daha rekabetçi bir durum ortaya çıkarmasından ötürü benim şahsi tercihim oluyor. Bu büyük kumar da sezon öncesi işin en büyük heyecanı…