“Sadece futbol yok!”

Serkan Soyalan

Pandemi süreci ile birlikte duran spor müsabakaları, basın yayın organlarımızın spor servislerini de farklı spor dallarından röportajlar dizisi yapmaya itti. Şahsen bu röportajlardan ciddi anlamda keyif aldığımı da söylemeliyim. Merakla ve heyecanla okuyorum her birini.

İşte bu röportajlardan biriydi 22 Ocak tarihli Havadis’te yayımlanan…

Okçuluk sporunun başarılı isimlerinden Mustafa Alpcan konuştu ve okçuluk sporunun gelişimi yanında ülkemiz sporu ile ilgili de değerlendirmelerde bulundu.

Okçuluk sporunun pandemi sürecinde gerekli tedbirleri alarak çalışmalarını sürdürdüğünü söyleyen Alpcan, Okçuluk Federasyonu’nun zaman içerisinde kat ettiği mesafeyi de yorumladı ve “Okçuluk sporuna başladığım günden beridir, Okçuluk Federasyonu çok büyük bir yol kat etmiştir. Yıl içerisinde planlanan birçok yarışma ve etkinlik yapılmaktadır” dedi.

Ülkemizde sporcuların gelişimlerini ve motivasyonlarını artırmak için neler yapılabileceği konusuna da değinen Alpcan, sporcunun kendisini geliştirebilmesi için, olanakların sunulması gerektiğine dikkat çekerken, bunu bina, ekipman ve araç gereçlerin sağlanması gerekliliğiyle de destekliyor.

Alpcan röportajı içerisinde, “Sporcuların gerek antrenman gerekse yarışmalarda, dünya standartlarına uygun şartlarda çalışıp yarışabilmesi, sporcunun özgüven ve yurt dışında yapılacak olan yarışmalara hazırlığı açısından çok önemlidir. Bunun yanında federasyon veya kulüp idaresi tarafından sporculara teşvik amaçlı yardımların ve yurt dışı etkinliklerinin yapılması sporcunun hedeflerini yüksek tutup, başarıya ulaşmasına yardımcı olacağını düşünüyorum” diyerek, buralarda federasyonların sorumluluğunu da hatırlattı.

Bir de sporu yönetenleri eleştirdi. Spor Dairesi’nin okçuluk sporuna gerekli desteği ve önemi göstermediğini vurguladı ve “Kuzey Kıbrıs’ta sadece futbol yoktur” diyerek de tepkisini dile getirdi.  

            Haksız da değil yani genç futbolcu, spor branşlarının tamamına aynı özeni gösterip ve aynı katkıyı sağlamalıyız. Bilhassa yurt dışı temaslarına daha kolay erişebilen, branşlara daha bir ağırlık verirsek, oralardan çıkarak, uluslararası organizasyonlarda boy göstermemiz ve barılara ulaşmamız daha kolay olabilir.

 


 

 

            Ve Diyalog’tan bir röportaj…

            Geçtiğimiz haftalarda yol koşularının efsane isimlerinden Ramasan Aşık ile bir söyleşi yapmış, siyah beyaz fotoğraflarla da bu söyleşiyi sayfalarına yansıtmış. Kitaplaşmalı bu söyleşiler, (-bu yönde Yücel Hatay ağabeyimin, çok sevdiğim Doktor (um) Okan Dağlı’ya ayrı bir parantez açarak teşekkür ederim, eserlerinden, ürettiklerinden, kaynakları bize sunduklarından dolayı) bizlere de, gelecek nesillere de bir kalıcı kaynak olmalılar.

            Gelelim Aşık’ın anılarına, 1948 doğumlu eski sporcu, özellikle mücahitlik yıllarında Atatürk koşularındaki başarılarıyla nam salmış.

            Askerliği esnasında başarılı koşusuyla dikkat çeken Aşık, komutanın yönlendirmesiyle bölüğün koşu takımına seçilmiş ve 1966 yılında resmi ilk koşusunu yapmış, ilk birinciliğine de erişmişti. Ondan sonrası zaten başarılarla geçen yarışlar ve ada geneline yayılan bir isim bekliyordu Aşık’ı…

            Bölük takımıyla gelen birinciliğin ardından, 15 günlük mükafat izni, yarış sonrasının tadı tuzuydu. Yarışın tek ve en anlamlı motivasyonuydu.

            Ne acı ki yaşadığı sağlık sıkıntıları, çok uzun yıllara yayılmasına mani oldu başarılarının ve 1971 yılında çok sevdiği sporuna veda etmek zorunda kaldı. Ancak 5 yıla sığdırdığı birincilikler, bugün hala konuşulan bir geçmiş yaratıyor Aşık için.

            Günümüzde düzenlenen atletizm yarışlarını, kaçırmadan izlemeye giden Aşık, yarış alanına girdiğinde dahi o günleri hatırlayanların tezahüratları ile karşılaşıyor.

            Ne mutlu, ne gururlu bir durum… Başarı işte böyle bir şey ve bu başarıyı buraya not düşmek adına da bu satırlara taşıdık.